Uzlaşma
kültürü ve bunun sonucunda toplumda huzurun sağlanacağına dair bir yazı,
çoktandır kafamda yer almaktaydı. “Ha bugün, ha yarın” derken, bu
hususta yazı yazmak için bilgisayarımın başına geçtim. Ve güncel olarak bir
yurt dışından, bir yurt içinden iki haber, tam da yazımın merkezini
oluşturmaktadır.
Yurtdışından
gelen haber çok çok acı ve çok hüzün verici.
Geçtiğimiz
Pazar günü, yani 6 Haziran 2021 tarihinde, Kanada'nın Ontario eyaletine bağlı London kentinde bir
minibüs şoförü aracını kaldırımda yürüyen beş Müslüman kişinin üzerine sürdü.
Saldırıda dört Müslüman öldü. 9 yaşındaki bir çocuk yaralı olarak sağ
kurtuldu. Yaralı kutulan o çocuğun anne ve babası ile iki kız kardeşi o
saldırıda hayatını kaybetti. Bir tarafta böyle alçakça ve vahşice yapılan
saldırıya üzülüyorsunuz, diğer taraftan da tüm ailesi yokolan bir çocuk için
içiniz parçalanıyor. Hayattan koparılan o dört Müslüman için de içimiz
yanıyor.
Yurtiçinden gelen haber de üzücü.
Bugün
yani, 8 Haziran 2021 tarihinde, İstanbul
Nişantaşı Mıstık
parkında, başörtülü bir kadına erkek bir kişi tarafından şiddet uygulanmıştır.
Başörtülü kadın o erkek tarafından bayılana kadar dövülmüştür. Gerçekleşen o
olayda o kişinin “İstanbul Teknik Üniversitesi Araştırma
Görevlisi tesettürlü Neşe Nur
Akkaya'ya önce sözlü tacizde bulunduğu, “sizi burada
istemiyoruz, sizin yeriniz Gaziosmanpaşa” diyerek hakaret ettiği, daha sonra da
elindeki termosla söz konusu başörtülü kadını darp ettiği gazete haberlerinde
belirtilmektedir.
Bu nasıl mantık, bu nasıl akıl, bu nasıl izan! Bu
Ülkede herkes, hukuk içerisinde ve edep dairesinde giydiği kıyafetle serbestçe
ve her ilde, her ilçede dolaşabilmelidir.
Ancak, maalesef, zaman zaman bu Ülkede başörtülülere sırf
kıyafetlerinden dolayı saldırılar yapılmaktadır. İzmir’de, daha birkaç ay önce,
otobüste bir başörtülü bayan da bir kişi tarafından “burası Türkiye Cumhuriyeti böyle
giyinemezsin” diyerek sözle ve kaba kuvvetle taciz edilmişti.
Ülkemizde uzlaşma kültürünün ve hoşgörünün olmamasından
kaynaklanan en büyük zulümler 28 Şubat döneminde yaşanmıştı. Tekrar
o günlere dönmek isteyenler ve o günleri özleyen alçaklar var.
Ülkemizde durumu bu şekilde kısaca açıkladık. Tesettürlü Müslümanlar
yalnızca Ülkemizde mi dışlanıyor?
Müslümanlar Dünyanın birçok yerinde dışlanıyor, horlanıyor ve
saldırıya uğruyor. Yukarıda belirttiğim bu yeni olayla birlikte, 2019 yılında elindeki birkaç tüfekle bir
camiye girerek 49 Müslümanı katleden aşırı sağcı o Yeni Zelandalı katili
unutmadık. Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da, Avusturya’da, ABD’de,
Avustralya’da ve Dünyanın birçok Hristiyan Ülkesinde aşırı sağcılar
Müslümanlara büyük düşmanlık uyguluyorlar. Hristiyan Ülkeler yanında, Çin’de de Uygur Türkleri zulüm altındadır.
Myanmar’da Budistler, Arakan Müslümanlarını katlediyorlar. İsrail’de Siyonist Yahudiler Filistinli
Müslümanları katlediyor.
Ne olacak bu gidişat? Hepimiz kaygılıyız.
Yurtdışında olsun, yurtiçinde olsun Müslümanlara uygulan
zulmün ve baskının tek bir açıklaması var. Uzlaşma kültürünün ve hoşgörünün
olmamasıdır.
Uzlaşma kültürü, hoşgörü nedir?
Bu yaşanılan Ülke ve içinde bulunduğumuz topraklar
hepimizindir. İster o Ülkenin vatandaşı olalım, isterse başka bir Ülkeden o
topraklara gelelim. Sonuçta herkes aynı Dünya’da yaşıyoruz ve hepimiz bir
Allah’ın kuluyuz.
Herkes birinci sınıf vatandaştır ve
Devlet’e ödevlerini yerine getirdiği, toplum içerisinde kimseye zarar vermediği
müddetçe herkes saygındır.
Uzlaşmanın ve hoşgörünün hayatta yer bulması ve tüm toplumlar
genelinde yayılması için esas bakış açısı işte bu iki noktadan olmalıdır.
Allah’ın kuluyuz ve Devlet’in ya vatandaşıyız ya da o Ülkenin
misafiriyiz
Bu bakış açıları içerisinde olan herkes uzlaşma kültürüne ve
hoşgörüye sahiptir. Bu kültüre ve bu düşünceye sahip insan sayısı ne kadar çok
olursa, bir toplumda o kadar çok huzur olur. Aksi halde de o kadar çok
huzursuzluk olur.
Bakın nasıl da güzel sesleniyor ve en hoş mesajı veriyor
Yunus Emre, ta asırlar öncesinden:
Elif okuduk ötürü,
Bazar eyledik götürü,
Yaradılanı severiz,
Yaradandan ötürü.
İşte
uzlaşma kültüründe Yunus Emre’ler, Hazreti Mevlana’lar, Hacı Bektaş-ı Veli’ler
gibi düşünenlere ihtiyaç vardır.
Hepimiz bir Allah’ın kuluyuz.
Bunun
yanında her insan şunu da kendisine sormalıdır. Neyi paylaşamıyoruz?
Bu
Dünya hepimize yeter. Bu Ülke hepimizin yuvasıdır.
Fikirlerin,
insanların başka başka olması bir mahzurlu şey değil, bilakis bir zenginliktir,
bir çeşitliliktir.
“Ey
insanlar, şüphe yok ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi,
aşiretler ve kabileler haline getirdik ki, tanışasınız diye. Şüphe yok ki Allah
katında sevabı en çok ve derecesi en yüce olanınız, en fazla çekineninizdir;
şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat Suresi, 13)
Kafanızı
arkaya koltuğunuza yaslayın ve gözlerinizi kapatarak bir dakika düşünün.
Tüm Dünya aynı ırktan, mesela Almanlardan, tüm
insanlar aynı dinden mesela Hristiyanlardan oluşsa idi, hayat ne kadar sıkıcı
olurdu. Değil mi?
Herkesin
kendi görüşünden olması, herkesin senin Milletinden olması belki hayalin, belki
hedefindir. Ancak, hiç de hoş, hiç de iyi bir hayal ve hedef değil.
Evet,
tüm insanlar bu yazıda belirttiğim çerçeve içerisinde kalırsa, hem uzlaşma
kültürü ve hem de hoşgörü yaşanır ve bu ikisi ile birlikte toplum huzuru ve
daha da ötesi, Dünya huzuru sağlanır.
Vesselam.