Bu sabah bir resmime baktım. Resimde, arka planda yığınla çantalar vardı. Şöyle çantalara baktım. Bir de kendime. Bu bakışla dilimden şu mısralar döküldü ister istemez:
"İnsanoğlu bir yolcudur her zaman.
Çantalar yanımızda hazır ve nazır.
Emanettir bize bu beden, bu can.
Yoldaşımız olsun şükür ve sabır."
Bu sabah yolcu olduğumuza ve Dünyadan geçip gidişimize dair tefekkür ettikten sonra, Cuma Namazı vakti yaklaştı. Bu tefekkürle, Cuma namazına gittim. Hutbede İmam; Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) şu Hadis-i Şerif’ine yer verdi: “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi olun.”
“Hay maşallah” dedim. Aynı gün tefekkür üstüne tefekkür üzereyim. İnşallah tefekkürüm akşama değin sürer. Sırf akşama değin değil, son anımıza kadar sürer İnşaallah.
Evet, tefekkür ettiğimizde anlarız ki, bu Dünyadaki durumumuz ve konumumuz şu iki şıktan birisine uymalıdır: “Garip ya da yolcu gibi olmak.”
Yolcunun ve garipliğin ne olduğunu biliyoruz. Biliyoruz da, yine de açıklamakta fayda var. İnsanın, bu Dünyada neden yolcu ya da garip olduğunu anlatmakta yarar var.
Yolcu, bir yerden bir yere gidene denilir. Biz bu Dünyadan bir başka Dünyaya gidiyoruz. Bundan dolayı yolcuyuz. Bir yerde gurbetlik duyan kişiye garip denilir. Biz bu Dünyada gurbetteyiz. Niye mi gurbetteyiz. Asıl yerimiz ve mekanımız Cennet değil mi? İşte Cennet’ten bir müddetliğine çıkartılıp da Dünya’ya gurbete gönderildiğimiz için garibiz. Gariplikle birlikte, hüzünlüyüz, feryat-figan içindeyiz. Mevlana, Mesnevi’sine başlarken, ilk 18 beyitte, işte bu hüznü ve feryat-figanı “Ney olup da inleyen bir kamış” misaliyle bizlere aktarıyor. Nasıl ki, “sazlıktan ayrılan bir kamış, ayrıldığı yeri arar ve özlerse, insanoğlu da bu Dünya’da Cennet’i arar ve özler” diyor. Bu duygu ve düşünce içinde olmayan hüsrandadır. Cennet’e özlem duymak ve ona çalışmak gerekir. Aksi halde hüsran, hüsran, hüsrandır sonu.
Hüsran dedik de, Asr Suresi aklıma geldi. “İnsanoğlu hüsrandadır,” ikazıyla başlar. Hüsranda olmamak için dört şart ileri sürülür bu surede.
Birincisi: İman etmek.
İkincisi: Salih amel işlemek.
Üçüncüsü: Hakkı tavsiye etmek.
Dördüncüsü: Sabrı tavsiye etmek.
Bu gün Cuma Namazında iki rekat farz kılarken, İmam Efendi, bu sureyi de, ikinci rekatta okudur. Yolcu olduğunun şuurunda olan bizlere düşen bu sureyi çokça tefekkür ve zikretmektir. Hüsrana düşmemenin dört kuralı var. Bu dört kural yukarıda sayılmıştır. Bu dört kuralı yerine getirene hüsran yoktur İnşaallah.
Öyleyse herşey bizim elimizde. Nar’ı seçmek de, Nur’u seçmek de bize bağlı. Nar, Cehennem’dir. Nur, Cennet’tir.
Neye talip olursan, o senin için bir seçimdir. Seçimine göre galip ya da mağlup olursun. Seçimine dikkat et İnsanoğlu. Seçim deyince, Dünyadaki siyaset seçimini değil, asıl olan ahiret seçimini düşün. Dünyadaki tüm seçimlerin telafisi olur da, maazallah, ahiret için yanlış bir seçim yaparsan asla telafisi olmaz.
İşte önünde iki seçim var, “ya Nar, ya Nur!”
Sözü çok mu uzattım.
Kısaca, şu iki mısra neyimize yetmiyor. Derler ya; “Anlayana Sivrisinek Saz, Anlamayana Davul Zurna Az.”
Anlayana ve anlamak isteyene şu iki mısra yeter:
"Herkes taliptir bu Dünyada, kimi nara, kimi Nura talip olur.
Nar yolunda giden mağlup, Nur yolunda giden galip olur."
Son söz olarak; “Ey İnsanoğlu neye talip olduğuna iyi bak! Nar’ı mı, Nur’u seçmektesin? Bu seçim en mühim seçimdir. Öyleyse, Dünya seçimlerini bırak, ahiret seçimlerine bak!” Vesselam.