Meşhur bir fıkradır. Fıkranın
tamamını söyleyemeyeyim de, yalnızca en sonundaki “ben ödemem bu parayı, Devlet
gelsin ödesin” ile biten kısmını söyleyeyim.
Zaten o fıkrada da dile
getirilmek istenen de, “herşeyin Devlet’ten beklenmesinin,
neredeyse hayat felsefemiz olduğudur.”
Yolda ufak bir arıza
olur, “Devlet yapsın.” Kimse kılını dahi kıpırdatmaz. Belki de o civarda
yaşayanlar, iki torba çimento, beş, on kürek kum ile harç yapıp da tamir
etmeleri mümkün olan küçük yol arızalarının bile giderilmesini Devlet’ten
beklemektedir.
Sevgili Babam Marangoz
Mehmet Usta’nın, ta benim çocukluğumdan beri hayretle seslendirdiği bir husus
var. “Oğlum, ben bu Pazarcık’ın Ağa çocuklarına, toprak sahiplerinin
çocuklarına şaşıyorum. Yüzlerce dönüm toprakları var. O toprakları ekip de
biçmek yerine, o topraklarda inek, keçi, koyun yetiştirmektense, Devlet
Dairelerinde hademe olmayı, odacı olmayı tercih ediyorlar. Hâlbuki toprakların
buğdayını, hayvanların sütünü, yoğurdunu satsalar, odacılıktan, hademelikten
elde edecekleri kazancın on katını kazanırlar. Ancak, şehirde yaşamaya, kravat
takıp, beyaz gömlek giyip bey gibi yaşamaya imreniyorlar. Çok acayip bir durum”
Gerçekten de Babam
haklı.
Ben de aynı durumu
gözlemliyorum. Ülkemizde neredeyse hayata gözlerini açan herkes, “ınga, ınga, ınga, diyerek ağlayarak
doğmuyor. Devlet, Devlet, Devlet” diye doğuyor.
Twitter’da hangi Ülkede
böyle başlıklar açılıyor. “Atama bekleyen öğretmenler, atama bekleyen
mühendisler, atama bekleyen teknikerler, atama bekleyen filanca filancalar.”
Gerçekten garip durum.
Devlet, öğretmenlik, mühendislik, teknikerlik ve benzeri bölümlerde okumaya
başlayanlarla sözleşme mi imzalıyor? O sözleşmeden kaynaklanan bir maddeden
dolayı mı, böyle bir beklenti içine giriyor insanlar?
Tabi, şimdi bu
yazdıklarımdan dolayı bana çok kızan da olacak. “Elbette, Devlet, öğretmeni,
mühendisi, teknikeri istihdam edecek” diyerek itiraz edenler çok olacaktır.
Ne kadar kızsalar ve ne
kadar itiraz etseler de, böyle bir mantık yok. Devletin ihtiyacı olmadığı
halde, istihdam etme zorunluluğu yok. İhtiyaç varsa, elbette öğretmen de, mühendis
de, tekniker de, diğer meslek mensuplarını da istihdam eder. Zaten bu
işin doğasından kaynaklanır.
Devletin ihtiyacı
olmadığı halde, sırf iş olsun diye kendi bünyesinde adam çalıştırması makul ve
doğru değildir. Ancak istihdam oluşturacak projeler, istihdam meydana getirecek
atılımlar yapması makul ve doğrudur.
Mesela, her bölgeye
göre yatırım teşvikleri uygulayıp sanayi tesisleri kurulması için projeler
oluşturmak Devletin görevidir. Vergileri azaltarak yatırımcının önünü açmak
Devletin vazifesidir. Reel üretimi destekleyerek o alanda istihdam
oluşturmak gayesiyle pozitif ayrımcılık sağlamak Devletin görevidir. Sosyal
demokrasi, işçi hakları, iş güvenliği ve işçi sağlığı ve benzeri çağdaş
uygulamaları gerçekleştirmek de Devletin görevidir.
Ancak, sanki gizli
işsizlik ve etkinsizlik oluşturacak tarzda, Devlet kapılarına adam doldurmak
makul bir yöntem değildir. Devlet, insanları üretken olmaktan alarak
böyle bir yanlış usulle Devlet kapılarına doldurursa, kısa sürede sefalete yol
açar. Bunlar yol değildir.
Geçen gün sosyal
medyada şunu yazdım: “Devlet yol arkadaşı değildir, Devlet yol
açıcıdır.”
Devlet yol açar, o
yoldan sen bir vatandaş olarak üretken faaliyetlerde bulunur, katma değer
oluşturursun. Durum bu kadar basit.
Bizim üzerine basa basa
önerdiğimiz hususlar bunlar iken, Türkiye’de gerçekler, maalesef, aynen fıkrada
dile getirildiği gibi, “gelsin, buradan kurtulmam için ödenmesi
gereken parayı Devlet ödesin” derecesindedir.
Dertliyim ve hayatım
boyunca hep Devlet odaklı düşündüm. Devlet odaklı düşünmemde, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olmamın, Mülkiye Ruhuyla
yetiştirilmemin payı büyüktür.
Ankara SBF’ni bitirdim
ve Devlet memuru sınavına girerek, bileğimin hakkıyla Devlet memuru oldum.
Elhamdülillah, 34 yıldır Devlet memuruyum. Bu memuriyetim boyunca, bir de hep
şu durumu gözlemledim.
Memurların, kamu
görevlilerinin %99,9’unun “Devlete ne veririm arayışında
değil, Devlet’ten ne alırım telaşında” olduklarını gözlemledim.
Sırf Devlet memurları
böyle değil. Vatandaşlar da bu anlayışa sahipler.
Devlet memuru,
vatandaş, sanayici, işçi, öğrenci, herkes, “ne alırım, ne alırım, ne alırım
için hopluyor, zıplıyor.”
Kimsenin aklına dahi
gelmiyor. “Ya ben bu Devlete ne verebilirim, ben Devlete nasıl katkıda bulunabilirim?”
Gerçekten de bu Devlet
iyi ayakta kalıyor. Kimsenin umurunda dahi olmadığı bu Devlet iyi ayakta.
Maşallah diyelim.
En sonunda şu noktaya
geliyoruz. “Bu Devlet dualı Devlet.”
Bir Büyüğümüz de aynen
bu sözü sık sık tekrarlar. “Bu Devlet Şeyh Edebali’nin, Osman Bey’in ve
ağzı dualı, yüreği imanlı nice evliyaların, nice salih zatların duasıyla ayakta
duruyor.” Gerçekten de öyle.
Evet, bir zamanlar Reha
Muhtar diye bir haber sunucusu, TV programcısı vardı. Onun da konumuzla ilgili
klişeleşmiş bir sözü vardı: “Nerede bu Devlet?”
Yazımın sonunda bu sözü
de hatırlamış olduk.
Reha Muhtar’ın “nerede
bu Devlet” sözüne karşılık nerede bu Millet” diye soruyorum? Ve yazımın
başlığındaki cümleyi buraya da yazıyorum:
“Devlet
Nerede Diyorsun da Sen Neredesin?”
Evet, bu sorumu herkes
cevaplasın ve bu Devlet için ne yaptığını, ne gibi bir çalışma yaptığını, ne
gibi proje ürettiğini bir zahmet açıklasın.
Elbette, Devletimiz
için, Milletimiz için nice nice eserler, nice nice projeler üreten insanlarımız
mevcut. Onlara da şöyle sesleniyorum: “Sözüm meclisten dışarı.” Sözüm sizlere değil. Sizler baştacısınız. Vesselam.
Ahmet
SANDAL