TÜSİAD Başkanının ismi gazetelerde, TV’lerde ve tüm medyada
ne kadar az duyulursa, bizim Toplum o kadar fazla demokrasiye sahiptir.
Çünkü
bu Ülkede maalesef TÜSİAD denildiğinde akla demokrasiye vesayet ve demokrasiye
çengel akla geliyor.
Ancak özellikle son 10 yıldır, TÜSİAD’çıların “gıkı
çıkmıyor.” Gıkı çıksa da takan ve kaale alan yok. İşte ben bu duruma çok seviniyorum.
Eskiden
TÜSİAD Başkanları Hükümete yan gözle baksa olay olur ve günlerce gündemde yer
alırdı. TÜSİAD'çılar şimdi bas bas bağırsalar da kimsenin taktığı yok. İşte
ben buna çok seviniyorum.
Yalnızca
sevinmiyorum. Tüm bunları bu Ülkede demokratik bir gelişme olarak da görüyorum.
Bu gelişmeleri gördükçe ve eskiden yaşadığımız zor günleri düşündükçe halimize
şükrediyor ve çok seviniyorum.
Neydi o
eski günler ya! Kabus gibi. Ben o adamları hergün TV’lerde, gazetelerde, tüm
medyada görerek isimlerini öğrenmek zorda mıyım? Kabus gibi günlerdi o günler.
Mesela
bu satırların yazarı TÜSİAD Başkanının ismini bilmemektedir ve tanımamaktadır. Eskiden
olsaydı ne mümkün TÜSİAD Başkanının ismini bilmemek.
Kışkırtıcı
TV’ler, güdümlü medya ve vesayetin borazanı gazeteler her gün kargalar gibi
“gak da gak, guk da guk” çirkin sesleriyle “TÜSİAD Başkanı şu demeçti
bulundu, TÜSİAD Başkanı Hükümete şöyle şöyle yüklendi”, falan filan
diyerek adamın adını hafızlarımıza kazarlardı. O nedenle adlarını mecburen
bilirdik.
Bahsini
ettiği o medya, o gazeteciler, o TV’ciler, yalnızca TÜSİAD Başkanının değil, eskiden
Genelkurmay Başkanı’nın ve neredeyse tüm kuvvet komutanlarının da (TSK’nın en
üst düzeydeki dört komutanının) adlarını bizim hafızalarımıza kazacak derecede
yayın yapalardı.
Bazı
köşe yazarları Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yetkililerini tahrik ederler ve
kışkırtıcı sözler ile siyasete dahil ederlerdi. Yalnız TSK’yı değil, TÜSİAD’ı,
TOBB’u, esnaf ve sanatkarlar odalarını, sendikaları, işadamlarının derneklerini
siyasete sokarlardı.
Esasında
siyasette sokmak da değil günlerde yapılan. Etkili ve yetkili çevreleri
kışkırtmak ve demokrasiyi zedelemekti o günlerde yapılanlar. Şimdi o
dinozor köşe yazarları ne kadar yırtınsalar da, hoplayıp zıplasalar da onları kimse
kaale almıyor ve siyasete müdahil olmuyor. Ne TSK, ne TOBB, ne esnaf ve
sanatkarlar odaları, ne sendikalar demokrasi dışı bir girişiminde kesinlikle
yer almıyorlar. Bu durum demokrasi adına oldukça sevindirici bir gelişme. TÜSİAD’çılar
ara-sıra “gak-guk“ dese de, “gak-guk”, artık “gık-gik” gibi duyulmayacak
derecede çıkıyor. İşte ben buna çok seviniyorum.
Eskiden
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan gibi yüksek Devlet Görevlilerinin bırakın
Camilerde imam olarak namaz kıldırmalarını, Camide namaz kılarken
görüntülenmeleri dahi olay olurdu. “Laiklik elden gidiyor” diye yaygara
kopartılırdı. Şimdi Devletin yüksek Makamlarında bulunan Görevliler camilerde
korkmadan, alenen namaz da kılıyor, namaz da kıldırıyor kimse bunu mesele
etmiyor.
Eskiden yaşadıklarımız
ve bir inançlı Kardeşiniz olarak o yaşadıklarımızı sineye çekerek, üzüldüğümüz
o kadar olay var ki, hangisini sayayım.
Yaşım 57.Neler neler
gördük ve neler neler yaşadık. İnsanın gözünün önünden hepsi de bir film şeridi
gibi gelip de geçiyor.
Gözümün önünden şimdi
şu görüntü geçti. Eskiden Aydın Doğan isimli bir patron, gazete patronu,
Başbakanı pijama ile karşılamıştı köşkünde. Adamlar
o kadar güçlü ki Başbakan mı gelmiş, köyden akrabası mı gelmiş, farketmiyor
onlar için.
O adamlar Cumhurbaşkanı ya da Başbakana
Açık Mektup yazarak da toplumu tahrik ederlerdi. O adamlar "bir
kelime" söylese olay olur ve ses getirirdi. Artık o adamlar sayfa
sayfa mektup yazsa ve yayınlasalar, kimsenin taktığı yok. İşte ben buna çok seviniyorum.
Eskiden
Anadolu'nun gariban çocukları ve Vatanımızın temiz evlatları ikinci sınıf vatandaş
görülür, köşe başlarını kapmış masonların ve siyonistlerin borusu öterdi. Şimdi
masonların borusu ötmüyor ve Anadolu'nun gariban çocukları ve Vatanımızın temiz
evlatları birinci sınıf vatandaş olarak görülüyor. İşte ben buna çok seviniyorum.
Eskiden
Dünyanın egemen güçlerinin Türkiye için çizdiği bir yol ve verdiği rol vardı.
Bu yolda kuzu kuzu gider ve bu rolü mecburen oynardık. Şimdi ise kendi
çizdiğimiz bir istikamet ve kendi belirlediğimiz bir görev var. Kendi öz
karakterimizin gereğini yapıyor ve kukla gibi davranmaktan kurtuluyoruz. İşte
ben buna çok seviniyorum.
Eskiden Millet ile Devlet yabancılaşması,
kutuplaşması ve gerginliği vardı. Şimdi Millet ile Devlet kaynaşması,
bütünleşmesi ve huzuru var. İşte ben buna çok seviniyorum.
Eskiden
tarihimize, kültürümüze, medeniyetimize ve öz değerlerimize sırt çevrilerek
Batı’nın Köhne Düzeni ve Batıl Değerleri öne çıkarılırdı. Şimdi Türkiye
tarihine, medeniyetine, kültürüne ve öz değerlerine tam olarak döndü ve
bunlarla tekrar kucaklaştı. İşte ben buna çok seviniyorum.
Türkiye,
1923'ten sonra ilk kez normalleşiyor. İşte ben buna çok seviniyorum.
Türkiye
özüne döndü. İşte ben buna çok seviniyorum.
Türkiye
geleceğe dair büyük umut veriyor. İşte ben buna çok seviniyorum.
Ve ben
bütün bu olumlu gelişmelere “Ülkem adına çok seviniyor ve Ülkemi daha
çok seviyorum.”
Esasında bütün bu gelişmeler, son 10
yıldaki bu ilerlemeler ve vesayetin belinin kırılması, TÜSİAD’çıların,
demokrasi dışı tüm kirli odakların belinin kırılması ve borazanlarına ot
tıkılması, seslerinin kesilmesi, inanılacak gibi bir durum değil. Müthiş,
müthiş ve hayal gibi bir gelişme. Ancak tamamıyla gerçek.
Bütün bu gelişmeler için ne kadar
şükretsek ve Yüce Rabbimiz ne kadar hamd etsek azdır.
Yine gözümün önüne geldi şu sahneler.
Dedim ya, o günleri düşündükçe gözümün önüne bazı sahneler film şeridi gibi
geliyor. Adamlar kamusal alan diye bir kavram çıkartıp başörtülü kız
kardeşlerimizi üniversitelerden, Devlet dairelerinden ve hayatın birçok alanından
dışlamışlardı. Ne çileler, ne dertler çekildi.
Birgün bir bayan yakınıma, okuduğu
üniversitenin girişi kapısından girmesi için (daha doğrusu başörtüsünün üzerine
giymesi için) Ankara’dan bir peruk alıp da Kahramanmaraş’a gelmiştim. O bacımız
peruğu giydiğinde o kadar komik duruma düşmüştü ki, gülmüştüm. Ağlanacak
halimize gülmüştük yani.Çünkü başörtüsü üzerinde peruk çok kaba-saba ve
eğreti duruyordu.
Artık başörtülü bacılarımız, kızlarımız
tesettürü ile bırakın üniversite kapısından içeri girmeyi, Valilik de yapıyor,
polislik de yapıyor, kaymakamlık da yapıyor, subaylık da yapıyor. Bu duruma
gözlerimiz inanmakta zorlansa da tamamıyla gerçek. Elhamdüillah.
Müslümanlar olarak nice güzel günler ve bu
gözlerimizin gördüğünde inanmakta zorlanacağı nice güzel gelişmeler görmek
dileğiyle, Allah’a emanet olun.