Ecdadımız, büyüklerimiz
meslek sahibi olmaya “altın bilezik” derlerdi. Altın
bilezik sahibi gençler için şu deyim geçerli idi: “Kendi başına ayakları üstüne
durur.”
İşte işin mihenk
noktası bu sözde saklıdır. Kendi başına ayakları üzerinde durmak. Mühim olan
budur.
Bir çocuğun doğduğu
günden sonra ayakları üzerinde durması nasıl mühim ise gençlik yıllarından
sonra hayata atılması ve Anne Babasına, Ailesine yük olmadan geçimini temin
etmesi de onun kadar mühimdir.
Bu açık gerçeğe rağmen
mevcut eğitim sistemi, “Gençleri Meslek Sahibi Yapamayan Bir Eğitim
Sistemsizliği” olarak orta yerde durmaktadır.
Ben hu hususta, yalnız
bugün ve yalnız bu yazıyla konuya dikkat çekmiş değilim. Bu hususta birçok kez
yazı yazdım ve fikir beyan ettim.
“Gençleri Meslek Sahibi
Yapamayan Bir Eğitim Sistemsizliği” başlıklı yazım 13
Kasım 2019 tarihli olarak, köşe yazarı olduğum internet sitelerinde halen mevcuttur.
İşte o yazımdan üç cümlelik alıntı:
“Bu Ülkede her
genç mutlaka ve mutlaka meslek sahibi olacak şekilde yetiştirilmelidir. Bu
Ülkede her genç mutlaka ve mutlaka çalışıp da hayatını sürdürebilecek
bir kabiliyetle donatılmalıdır. Bu Ülkede her genç mutlaka ve mutlaka bedava
kolay kazanç değil, helalinden zor kazanç ruhuyla büyütülmelidir.”
Bu ve buna benzer
temenni ve dilekleri elbette birçok kişi de belirtmiştir. Ancak, bu kafayla, bu
eğitim sistemiyle daha çok temenni ve dileklerde bulunuruz.
Bu temenni ve
dileklerime rağmen şu gerçek maalesef, çok acı bir hakikat olarak günümüzün en
büyük sorunudur.
“Gençlerimizin birçoğu
mesleksizdir.” Mesleksiz gençlerimizde gelecek kaygısı
had safhadadır.
Bu noktada şunu hemen
belirteyim. Okumayan gençler mesleksiz de okuyanlar meslekli midir? Hayır. Okuyan
da mesleksizdir, okumayan da mesleksizdir.
Hatta öyle bir tezat
var ki, “okuyanlar okumayanlardan daha çok mesleksizdir.”Mesela, bu
satırların yazarı, yani bendeniz, okuduğu halde mesleksiz kalmış ve işsizlik
çekmiş biriyim. Benimle yaşıt olan ve okumayıp da bir meslek öğrenmesi için
çıraklığa verilen arkadaşlarımız meslek sahibi olmuş, kimisi berber, kimisi
terzi, kimisi tamirci, kimisi duvar ustası, kimisi kebapçı olmuş ve
mesleklerini icra etmişler, ben okuduğum halde mesleksiz kalmıştım.
Evet, “mesleksizlik
ve gelecek kaygısını” işlediğim bu yazıda önce kendimden örnekler
vereyim.
1986 yılında Siyasal
Bilgiler Fakültesini bitirdim. Ankara’da 4 yıl okuduktan sonra memleketime
döndüm. İş imtihanlarına girerken şunu farkettim ki, eğer Devlette ya da özel
sektörde işe giremezsem işsizdim. “İşsizliğim mesleksizliğimden
kaynaklanıyordu.” Hukuk Fakültesini bitirsem serbest avukat, Tıp
Fakültesini bitirsem serbest doktor, mühendislik fakültesini bitirsem serbest
mühendis olarak gidip de bir büro açar ve kazanç elde edebilirdim. Bu durumda bir
mesleğim olabilirdi, ancak Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olarak
mesleksizdim. Hatta o sıralar, kendi kendime de kızdım. Çünkü 1982 yılında aldığım
Üniversite puanım Hukuk Fakültesine girmeye de yetiyordu. Ancak kaymakam
olacağım diye Siyasal Bilgiler Fakültesini tercih etmiştim. Bu
fakülteyi seçmiştim de, ne olmuştu. İşsiz kalmıştım. Mesleksiz kalmıştım.
O işsizlik günlerinde
bocalamış ve “gelecek kaygısı” içerisine düşmüştüm. O kaygı bir girdaba
dönüşmeden, elhamdülillah, bileğimizin hakkıyla, TCDD Müfettiş yardımcılığı
sınavını birincilikle kazanarak işe girmiş ve işsizlikten kurtulmuştum.
TCDD Genel Müdürlüğünde
işe girmiştim, işsizlikten kurtulmuştum, ancak yine mesleksizdim. Çünkü,
maazallah, işten atılmış olsam, mesleğim olmadığı için yine perişan
olabilirdim.
Bu arada şunu net
olarak belirteyim. Devlet memurluğu bir meslek olarak görülse de, devlet Memurları işten
atıldıklarında, yani işsiz kaldıklarında mesleksizdirler.
Çok garip bir cümle
oldu değil mi? Devlet memurluğu meslek ancak, yalnız devlette geçerli bir
meslek. Dışarıda bir geçerliği olmayan bir meslek. Kimse Devlet Memurluğu
yapmış kişiye bir konusunun erbabı olarak bakmaz. Konusun erbabı olsa da ancak
Devlet’te işe yarar o erbaplık.
Gerçi bu sözümü şu
şöyle düzeltmek mümkündür. Devlet Memurluğu sırasında bir konunun
uzmanı olmak mümkündür. Bir kişi Devlet Memurluğu sırasında kendisini
muhasebe, vergi, maliye, finans ve benzeri alanlarda geliştirirse bir meslek kazanmış
olabilir. O kazandığı bilgileri Devlet dışında da sürdürürse (yani
muhasebecilik, vergi danışmanlığı ve benzeri görevleri icra ederse) kazanç elde
edebilir.
Neyse, devlet
Memurluğunu falan bir tarafa bırakalım da yanlış eğitim sisteminden nasıl kurtuluruz,
gençlerimizi mesleksizlikten nasıl kurtarırız ve gençlerimizi gelecek kaygısına
düşmekten nasıl koruruz? Bunun üzerinde birkaç kelam eyleyelim.
Bu hususta benim beş
önerim var.
1-Liselerde,
üniversitelerde okul diploması değil bir meslek belgesi verilmelidir. Nasıl mı
olacak bu? Şöyle olacak, meslek lisesini bitirenlere zaten meslek diploması
veriliyor. Düz liseden mezun olanlara da üniversite eğitimi sırasında mutlaka
ve mutlaka bir meslek edindirdikten sonra belge verilmelidir. “Haydi
seni mezun ettim, git iş bul” demek yerine, “işte senin bu mesleğindir, git bu
mesleği icra et” diye üniversiteden mezun etmek şarttır.
2-Üniversitelerin
sayısını artırmak yerine liselerin kalitesini artırmak ve kişilerin meslek
sahibi olduktan sonra üniversite bitirmeye ihtiyaçları kalmamaları gerekir.
Daha açıkçası, kişiler lisede meslek sahibi olduktan sonra üniversiteye meslek
için değil, kültürlerini artırmak için devam etmelidir.
3-Kişileri belirli
mesleklere yönlendirirken Devlet tarafından gerekli vergi ve sigorta
muafiyetleri de sağlanmalıdır. Mesela, mesleklerini icra eden esnaflar ve
ticaret erbabından daha az vergi alınmalıdır, sigorta masraflarının bir kısmını
Devlet karşılamalıdır. Böylece meslek edinme ve kendi mesleğini icra
etmek cazip olacaktır.
4-Her meslek
mensubundan kendi mesleğini devam ettirecek çırak ve kalfa yetiştirmesi
zorunluluğu getirilmelidir. En azından her meslek mensubu kendi çocuklarına da
bir meslek edindirmeyi bir vazife olarak bilmelidir.
5-Unutulan ve değeri
azalan meslekler yeniden canlandırılmalıdır. Yeni teknolojiye yenik düşen ya da
çırak yetiştirilmediği için zorluk içerisinde olan meslekler için Devlet özel
tedbirler almalı ve bu hususta da vergi ve sigorta desteği sağlamalıdır.
Sözün özü, Devlet,
gençlerimizin gelecek kaygısı içerisine düşmemesi için hiçbir genci mesleksiz
bırakmamak için geniş çaplı ve büyük bir hamleye girişmelidir.Gençlerimize sahip çıkalım ve hepsinin geleceğe güvenle bakması için meslek
sahibi olmalarına özen gösterelim.
Vesselam.
Ahmet Hocam; Bu konuda ben de biraz araştırma yaptım... Yazınızda mesleki eğitime değinmiş ama neden bu durumda olduğumuzu belirtmemişsiniz... Mesela işin özü o*** Fullbrieght anlaşmasından ve Ahilikten söz etmemişsiniz... Batı va Amerikan yanlısı korkak iktidarların yaptığı bu anlaşmalarla Milli Eğitim Bakanlığının başında bir göstermelik bakan varsa da 20 yıla yakın Bener Jordan adlı bir müsteşar Milli Eğitimimizi yönlendirdi ve meslek okullarını açtırmadılar. Bundan 30 sene önce Almahyanın Aechen şehrinde 190 adet meslek lisesi varken Türkiyede 9 tane vardı. O da İmam Hatip ve Sanat Okulları şeklinde idi... Ahilik gibi bir organizasyonu bizler unutup, şu an Almanya aynısını tatbik ediyor. Amerikada bile ahilik teşkilatına benzer bir organizasyon devam ediyor. Alman malı sağlam olur düşüncesi hepimizin kafasında çakılı şekilde duruyor... Niye... Çünkü çürük bir mal imal eden bizim ahilikte olduğu gibi pabucu dama atılıyor da ondan... Amerikada Boston 'da 500'e yakın üniversite var.