Memur, işçi, emekli
maaşlarının, ücretlerinin gündemde olduğu bir ocak ayında, 2022 yılının başında
memur, maaş, işçi ve ücret konusunda birkaç kelam eylemek istedim. Öncelikle belirtmek
isterim ki, bu kelamlarım 35 yıllık memuriyet tecrübesi çerçevesinde
gerçekleşecektir.
Şimdi, memur,
maaş, işçi ve ücret ile ilgili kelamlarımı, daha doğrusu 35 yıllık
tecrübelerimi madde madde sıralamak istiyorum.
1-Devlette 35 yılda
gördüğüm şu, ister memur, isterse işçi olsun, çalışanlar, kendilerinin Devlete
ne verdiklerini, ne ürettiklerini asla düşünmemişler, ancak ne alacaklarının
her daim “kaplan gibi peşinde olmuşlardır. ”Tabi istisnalar kaideyi
bozmaz, üretmeyi, çalışmayı esas alan, Devlet’ten aldığı maaş ve ücret ile
alakadar olmayan, yüzde on ya da biraz daha fazla bir memur kesimi hep var
olmuştur. Onlar idealist ve saygıdeğer kişilerdir.
2-Maaş ve ücret
farklıdır. Maaş memura çalışmadan peşin verilir. Ücret, çalışanlara,
çalıştıktan sonra hak edince verilir. Memurlar maaş, işçiler ücret alır. Maaş ve
iaşe aynı kökten gelen iki benzer kelimedir. Maaş, Devlet’in memuruna iaşesi
(geçimi) için ayırdığı bir tahsisattır. Ücret ise ecir’den gelir elde etme,
kazançtır. Ücret, çalışma karşılığında bir kazanç iken, maaş önceden
belirlenmiş bir tahsisattır. Memur ve işçiler arasında çalışan da var,
çalışmadan maaş ve ücret elde eden de var. Şunu bu noktada hassaten belirteyim:Kamu’da
özellikle temizlik ve benzeri işlerde çalışan işçilerimiz ücretlerinin hakkını
vererek çalışmaktadır. Ben bunu gözlemledim.
3-Memurluğun kökeni ta
Yeniçerilere kadar gider. Yeniçeriler ile Devlet’in anlaşması vardır. “Yatacak,
uyuyacak, yiyip gezeceksin, ancak, savaş olduğunda da Devlet için gerekirse
canını vereceksin.” Yeniçeri mantığı budur. Yeniçerilerin savaşmak
dışında hiçbir mesleği yoktur. O zaman ki Osmanlı Toplumunda ziraatçı üretir,
tüccar ticaret yapar, esnaf esnaflık yapar ve bir şeyler meydana getirir.
Ancak, Yeniçeri hiçbir şey meydana getirmez. Savaş sırasında canıyla meydana
çıkar. Memurların da Devlet açısından esasında belirli bir meslekleri varmış
gibi görünse de, mantık, üretmeye ve bir şeyler oluşturmaya dayanmaz. Mantık, Yeniçeri
mantığına dayanır. “Üretmek zorunda değilsin, maaşını al, verilen işi, yap. İş
verilmezse de yat uyu, bekle, ye, iç, gez.” Yine burada da bir parantez
açıyorum. Üretken, verimli, sabahtan akşama kadar çalışan nice nice memur
vardır. Bunu net olarak belirteyim. Nüfus Dairelerinde, Tapu Müdürlüklerinde,
Vergi Dairelerinde sabahtan akşama kadar vatandaş ile hemhal olan, çeşitli
Kurumlarda (ulaştırmada, karayollarında, çevre koruma ve geliştirmede, tarımda
ve benzeri kurumlarda) teknik ve idari nice nice iş ve işlem gerçekleştiren
memur kardeşlerimiz vardır. Bunlar birer gerçektir. Ancak bunlar birer gerçek
olsa da, memuriyet mantığı iş ve işlem gerçekleştirmeye odaklı değildir. Hiçbir
proje ve iş ile işlem gerçekleştirmeyen nice nice memur da birer gerçektir.
4-İşçilik özel sektörde
tamamen üretmeye ve çalışmaya odaklıdır. Kamu’da çalışan işçiler için bu durum
yüzde yüz, birebir geçerli değildir. Kamu’da üretmeden ve hiçbir iş yapmadan,
hatta ne iş yaptığı belli olmayan nice nice işçi vardır. Yine Kamu’daki çalışan ve üreten,
etkili olarak çalışan nice nice işçilerimizi elbette sözlerimizin ve bu
eleştirilerimizin dışında görüyorum. Zaten onlardan ikinci maddede de
bahsettim.
5-Kamu’da bir
sahipsizlik vardır. Şimdi “bu sahipsizlik” de ne ola diyenleri duyar gibiyim. Kim nerede,
niye çalışacak, bu kadar kadro orada niye var, kadro ve sayılar neye göre
belirleniyor, performansı düşük ve çalışmayan memur ve işçiler niye herkes gibi
aynı maaş ve ücreti alıyor, yatan ve çalışan arasında niye fark yok, mesaiye
kim geliyor, kim gelmiyor, mesaiye gelmek önemli mi, mesaiye gediği halde
hiçbir şey üretmeyen, bilakis su, elektrik ve malzeme kullanımı yönünden
yalnızca gidere neden olanlar hakkında ne yapılmalı? İşte bu sorular
sahipsizdir. Kimse bu soruları düşünmüyor. Zaten bu soruları düşünmek zordur.
Bu soruları düşündüğünüzü düşünelim. Bu soruları gündeme getirmek mümkün mü? Bu
soruları gündeme getirmek “ateşten gömlek giymek gibidir.” Adamı yakar
bu sorular.
6-Kaldığımız yerden
devam edersek, Kamu’da kimse asıl sorunları gündeme dahi getirtme cesareti
gösteremiyor. Herkes günü kurtarma peşinde. Herkes sorunları halının altına
süpürüyor. Kamu’da asıl sorun, performansa dayalı bir sistem oluşturmak,
üretkenlik temelinde bir yapı kurmak, dikey hiyerarşiden yatay hiyerarşiye
geçmek, proje bazlı bir teşkilatlanma iken bunlar adeta, öcü gibi, herkes
bunlardan kaçıyor.
7- Altıncı maddede
belirtiğimiz husustan devam edelim yine. Kamu’da cafcaflı isimlerle kurulmuş birimler, koca koca
unvanlarla şımartılmış amirler, doldurulmuş kadrolar ve şişirilmiş
teşkilatlar var. Ancak dağ kadar bu örgüt ve organizasyondan çıktı
ve verim nedir diye soracak olursan, “dağ, fareyi doğurdu” diye cevap veririm.
Proje ve verimlilik esas olması gerekirken, organizasyon ve birimler esas, o
birim ve organizasyonlarda, çoğunlukla “boş işler, günü kurtaran basit
çalışmalar” söz konusudur.
8-Altıncı maddeden yine devam edelim. 35 yıllık Devlet Memuruyum. Bu süre içerisinde kamu
yönetiminde yatay hiyerarşi ve yatay organizasyon şemaları görmedim. Yatay
hiyerarşi değil, dikey hiyerarşi her yerde hakim. Genel Müdür, Genel Müdür
Yardımcısı, Daire Başkanı, Daire Başkan
Yardımcısı, Şube Müdürü, Şef, Mühendis, Memur diye uzayıp gidiyor hiyerarşi.Bir yazı mı yazılacak, bir hususta iş ve işlem mi yapılacak, en az beş, on
kişiden geçerek iş ve işlem ikmal ediliyor. Bunların hepsi zaman kaybıdır.
9-Kamu’da
sendikacılık da memurlar açısından çok gerçekçi değil. Bir kısım memurlar
yönetici, denetici ve benzeri nedenlerle sistem dışında tutulmuştur. Esasında
memurların sendikalı olmaları çok komik. Memur mantığı, baştan yatmaya
ve iş olursa çalışırsın anlayışına oturtulmuş bir yerde neye göre sendikacılık
yapacaksınız? Haydi, herkes kadrosundan vazgeçsin, herkes sözleşme dahilinde,
iş ve proje dahilinde çalıştırılsın. İşte bu olursa, gerçek sendikacılık ve söke
söke hak almak sözkonusu olur. Üretmeyen, çalışmayan ve ne iş yaptığı
belli olmayan nice nice memur, iş sendika ve hak almaya gelince, aslan
kesiliyor. Çalışmaya ve üretmeye gelince fare, ücret istemeye gelince aslan. Bu
mantık çok doğru bir mantık değildir. Yine burada da “sözüm Meclis’ten dışarı” diyorum.
Çalışkan ve üretken memurlara saygımı ifade ediyorum. “Memur ve Maaş, İşçi ve
Ücret” başlıklı bu yazımda, esasında, “sendikacılık işçiliğe ve ücret alanlara
uygundur” diye hassaten belirtmek istiyorum. Maaş ile sendikacılık çok
uyuşmuyor.
10-Çok
da fazla uzatmayayım sözlerimi. Konu uzadıkça çok kişinin gönlü kırılır. En
iyisi onuncu maddede bir fıkra ile sözümü bitireyim. İşi böylece tatlıya
bağlayalım. Gerçi bu fıkrada da, ince bir eleştiri ve hiciv söz konusudur. Fıkra:“Devlete ait bomboş bir
arazi vardır. Bu araziye hafriyat ve atık dökülme ihtimali olduğu için “bekçi”
alınmasına karar verilir. Bu bomboş arazi için bekçi kadrosu tahsis edilir ve
bekçi çalıştırılmaya başlanır. Sonra bu bekçiyi kontrol etsin diye, bir memur
işe alınır. Memur işe başladıktan sonra, işlerin muhasebesi için, bir de
muhasebeci işe alınır. Bekçi, memur ve muhasebeci olan yerde şef olmaz mı?
Bekçi, memur, muhasebeci derken, bu kişilerin başlarına bir de şef atanır. Şef
atandıktan sonra bir de birim kurulur. Birimin adı da cafcaflı bir şekilde
belirlenir: “Devlet Arazisini Koruma ve Kontrol Şefliği” Bomboş
ve işe yaramaz bir araziyi korumak için Şeflik şeklinde bir birim kurulmuştur. Hatta
bu Şeflik, Müdürlük seviyesine çıkartılmaya çalışılır da o kadarı da “artık
ayıp olur” diye düşünürler. Gün gelir Devlette kriz çıkar ve tasarrufa gidilmesine
karar verilir. Ve bu zincirin en zayıf halkası olarak görülen “bekçi”işten çıkartılır. Diğerleri
yerlerini korur. Halbuki, diğerleri “bekçiyi” kontrol etmek için işe alınmıştır.Bekçi işten atılmış olsa da diğerleri yerlerini korumuştur.
Gülünç
değil mi? Gülüyoruz, ağlanacak halimize.
Haydi
hayırlısı.