Hoppala
bu da nereden çıktı şimdi! Güdümlü füzeleri biliyorduk da, “bu güdümlü gazetecileri”bilmiyorduk.
Var hem
de her akşam haber TV’lerinde bülbüller gibi şakıyorlar ve donuk donuk
bakıyorlar. Kurgulandıkları ve güdülendirildikleri için tek bir noktaya donuk
donuk bakıyorlar.
Gerçekten
de adam daha konuşmadan ne söyleyeceğini ve neyi savunacağını biliyorsunuz.
Çünkü ya sağdan, ya soldan güdülendirilmiş vaziyette olduğu için, ne konuşacağın,
ne söyleyeceğini hemen tahmin ediyorsun.
Bu
birinci tesbitim. İkinci tesbitim de şu. Adam vicdanına göre konuşmuyor. Adam
cüzdanına göre konuşuyor. Adam enerjisini ve gücünü vicdanından almıyor, adam
enerjisini ve gücünü cüzdanından alıyor.
Gerçi
bu durum yalnızca TV’deki gazeteciler için geçerli değildir. İnsanların
birçoğu, hukukun değil, konumunun gereğine göre konuşuyor. İnsanların birçoğu,
vicdanının değil, cüzdanının istediğini yapıyor. İnsanların birçoğu, Hakkın
değil, kârın peşinde koşuyor.
Bir
adama bakıyorsun, bir de savunduğuna. Bir adama bakıyorsun, bir de konuştuğuna.
Önce anlam veremiyorsun. Bu adam bunu nasıl savunur, bunu nasıl konuşur? Sonra,
adamın konumuna bakıyorsun ve anlıyorsun. Adam, hukukun değil konumunun ve Hakkın
değil kârının gereğini yapıyor. Adam vicdanı istediği gibi değil, cüzdanının istediği
gibi konuşuyor. Çünkü, öyle yapmak nefsinin hoşuna gidiyor.
Bu
durum toplumumuzun geneli için böyle. Adam bir kurumda, bir firmada çalışıyor,
başka firmaya geçtiğinde, önceden neyi savunduysa, onu eleştirmeye, önceden
neyi eleştirdiyse savunmaya başlıyor. Şimdi diyeceksiniz ki, bu normal, “kimin
ekmeğini yersen, onun kılıcını savurursun.”
Adam
bir topluluk içinde, o topluluk ne derse, kurulmuş robot gibi o topluluğun
dediğini uyguluyor. Topluluk derken neyi anlamamız gerekir? Topluluğunun çok
geniş bir anlamı vardır. İnsanın içinde doğduğu ailesi, yaşadığı
mahallesi, arkadaş çevresi, üyesi olduğu dernek, tuttuğu futbol takımı, içinde
hizmet ettiği cemiyet vb gibi yerler ve oluşumlar hepsi birer topluluktur. Halbuki,
insana düşen, hakkın ve aklın gereğini ve dediğini yapmaktır.
Bunları
bir tarafa bırakalım. Çünkü, bu yazımda asıl olarak eleştirmek istediğim husus
bunlar değil.
Asıl
dikkat çekmek istediğim bu Ülkede bazı Haber TV’lerinde boy gösteren
güdümlü/kurulmuş saat gibi konuşan gazeteciler.
İşte o
gazeteciler de “kimin ekmeğini yiyorsa, onun kılıcını savuruyor.” Maalesef
doğru ve hakikati savunmuyor.
İşte o
gazeteciler “aynen birer robot gibi” davranıyor.
Şimdi
diyeceksiniz, “Ey Ahmet Sandal, kim bu gazeteciler? İsimlerini de açıkla.”
Hayır,
hayır o kadarını da benden beklemeyin ve isim vermem mümkün değil.
Her
şeyi Devlet’ten beklemeyin diye veciz bir söz var ya! Aynen onun gibi her şeyi yazardan
beklemeyin. Siz de o gazetecilerin kim olduğunu tahmin edin.
Ancak
şunu söyleyebilirim: “İktidarı ya da muhalefeti ne pahasına
olursa olsun devamlı surette savunan kimler varsa Haber TV’lerinde, işte onlar
güdümlü/kurulmuş saat gibidirler.”
O
gazeteciler, eğer ki, şartlar kendilerini başka bir noktaya getirseydi,
hasbelkader o gazetede değil de, başka gazetede yazıyor olsaydılar ya da
iktidardan değil muhalefetten beslenmiş olsalardı, ya da muhalefetten değil
iktidarda beslenmiş olsalardı, inanın yalınkılıç şu an savunduklarını o anda
acımasızca eleştireceklerdi.
Hasbelkader
o gazetede ya da iktidar ya da muhalefet cenahında yer almış, istese de
istemese de savunacak işte. Sırf Haber TV’lerindeki konuşmalarına bakarak
tespitlerde bulunmayalım. Bunlar gazetelerinde de vicdanına göre değil cüzdanına
göre yazıyorlar.
Gazetesinin
yayın çizgisi belli, TV’sinin yayın çizgisi belli. Hemen kendisini o çizgiye
göre, dizayn ediyor ve başlıyor yazmaya. Uysa da yazıyor, uymasa da. Önemli olan
ekonomik çıkarlar. Evet, gerçek şu ki, o yazarlar çok şişko cüzdanlara
sahipler. Önemli olan cüzdan, bir tarafta dursun, vicdan! Maalesef, o
gazeteci ve yazarlar iyi para alıyorlar.
O
yazarları alsanız da başka bir gazeteye ve TV’ye götürseniz, görün bakalım
neler yazıyorlar. Evet, net olarak iddia ediyorum, şu an, anlı-şanlı
gazetelerde, cicili-bicili TV’lerde konuşan gazeteci ve yazarları alsanız da
tam zıttı, gazetelerde ve TV’lerde yer ve köşe verseniz, görün bakalım neler
yazıyorlar. Çoğu ekonomik çıkar peşinde, çoğu yüreğinin sesini değil, midesinin
sesini dinliyor!
Bu
kadar sert eleştirilerim sonrasında sanırım o gazetecileri tahmin
etmişsinizdir. Kimler olduğunu anlamışsınızdır.
Ben
isimlerini açıklayamam. Siz anlayın bir zahmet. Şimdi, bu iddiamın hedefinde olan
gazetecilerin isimlerini açıklasam, o kişiler “hoplar ve zıplar.”Adamları hoplatmayalım ve zıplatmayalım. Ancak, onları herkes ismen ve cismen
biliyor. İsimlerini belirtmeye gerek yok.
O
gazeteci ve yazarların zaten, bir kısmı gazete ve TV değiştirdiğinde, önceki
yazdıklarının zıttını yazmaya ve önceki savunduklarının zıttını savunmaya
başladılar. Şöyle 5-10 yıl, bilemedin 10-15 yıl geçmişe zihnen bir yolculuk
yapın karşınıza birçok yazar çıkacaktır.
Şimdi bu noktada az sayıda da olsa bazı gazeteci ve
yazarları takdir etmek istiyorum.
Güdümlü/kurulmuş
saat gibi konuşan ve yazan gazeteci ve yazarların tam zıttı olarak, 20-30 yıl,
30-50 yıl aynı gazetede, aynı yerde yazan yazarlar da var. Bu yazarlar ister
sağ cenahtan, ister sol cenahtan, ister muhafazakar kesimden, ister liberal
kesimden olsun, takdir topluyorlar. Bunlara hiçbir sözüm yok. Görüşünü ve
fikrini, yolunu ve çizgisini üç-beş kuruşa satmamış ve “önce vicdan” demiş,
“önemli değil cüzdan” demiş insanlar.
Sözü
uzatmayalım. Yazımın sonunda bir Alimin sözüne, bir Şairin şiirine yer vererek,
hak ve hukukun, doğruluk ve hakikatin her şeyin üstünde olduğunu yüksek sesle
haykırıyorum.
“Hakk’ın hatırı âlidir. Hiçbir hatıra feda edilemez.” (Bediüzzaman Said Nursi)
"Budur Cihanda benim en beğendim
meslek.
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”
(Mehmed
Akif Ersoy)
Allah (cc), “bizleri Hakk’ı üstün tutanlardan ve hakikati yazanlardan eylesin.” Amin