Geçenlerde Yasin AKTAY adlı bir Profesör “Türk diye bir ırk yoktur” diye bir konferansta bir söz sarfetmişti. Gerçi, ismi geçen Profesör, “tam bu şekilde söylemedim” dese de, bu ya da buna benzer bir söz sarfettiği açıktır. Zaten, köşe yazısı yazdığı gazetede de bu hususa ilişkin bir yazı yazarak, ne demek istediğini açıklamaya çalışmıştır. İşin aslını sorarsanız o yazıda da ne dediğini tam anlatamamıştır. Sözlerine açıklık getirirken; “Macarların Türk ırkından geldiği halde neden Türk sayılmadığı, buna mukabil Boşnakların, Arnavutların veya Balkanlar ve Anadolu'da yaşayan Türk ırkından olmayan bir sürü unsurun kendilerini neden ve nasıl Türk sayabiliyor olduğu sorusuyla yüzleştiğimiz zaman, Türk ırkının ve kimliğinin mahiyetine dair geniş bir alana girmiş oluruz” şeklinde bir izahta bulunmuş ki, ben bir şey anlamadım. Türklerin bir kısmının (çok çok az bir kısmının) Müslüman olmaması, Türklerin ırk olmasına engel mi? Profesör, bunu mu kastediyor? Bu izahı, anlaşılamayan bir izah olarak gördüm.
Neyse, bu Profesörü ve yazdıklarını bir tarafa bırakalım. Biz ezelden ebede akan sonsuzlukta, tarihten geleceğe giden zaman sürecinde Türkler hakkında genel ve özel bilgiler sunalım. Bu bilgiler Yasin AKTAY adlı Profesöre de bir cevaptır tabi ki.
Türklerin, Nuh’un üç oğlundan biri olan Yasef’in soyundan geldiği kabul edilmektedir. Türkler, belirgin fiziksel özellikleri olan (çekik göz, elmacık kemikleri dışa çıkık, genelde kısa boylu) bir ırktır. Ancak, bu ırkı tanımlayan bu fiziksel özelliklerinin yanısıra (belki fiziksel özellikler zamanla çeşitli ırklarla evlenmeden dolayı değişime uğradığından) en önemli belirgin özellik, bu ırka mensup kişilerin aynı dili (Türkçe) konuşmaları ve bazı hasletlere (devlet kurmak, yönetmek, ata iyi binmek, iyi kılıç kullanmak, yiğitlik mertlik gibi özelliklere sahip) olmalarıdır.
Türk kelimesinin ilk kullanımına bundan 2000 yıl öncesinden Roma’lı tarihçilerin eserlerinde rastlanmaktadır. Türk kelimesinin hangi manaya geldiği hususunda tarihçiler ve bilim adamaları arasında kesin bir uzlaşma olmamakla birlikte, bu ismin büyük ihtimalle, "türe" eyleminden, "töre" isminden türetildiği ve türeyen, töreli, anlamına geldiği düşünülmektedir. Kelime, zamanla güçlü ve kuvvetli anlamlarında da kullanılagelmiştir. “Türk gibi kuvvetli” deyimi asırlardır tüm Milletlerin zihninde yer tutmuştur.
Türk kelimesi ilk olarak “Göktürk Devleti” vasıtasıyla bir devletin adı olarak kullanılmıştır.
Tarihçilerin üzerinde uzlaştıkları fikre göre, Türklerde imparatorluk ve devlet kurma kabiliyeti vardır. Türkler, yeryüzünün hükümdarları olma ülküsünü taşıyan bir yapıdadırlar. Bu uğurda, onlarca imparatorluk ve devlet kurmuşlardır. Kurdukları bu devlet ve imparatorluklar, halkların ve farklı değerlerin bütünlüğünden oluşmaktadır. Türkler, bu imparatorluklarda ve devletlerde halkları uyum içinde bir arada tutmuş, onlara, kimliklerini, dillerini, kültürlerini, dinlerini muhafaza etme hakkı da tanımışlardır.
Türkler yiğit ve çevik bir ırktır. Bu ırkın, üç temel vasfı “at, avrat ve silahtır.” Bu ırkın insanları, atlarıyla adeta tek vücut halindedirler. Seyredenler onların atın üstünde doğup bir daha da hiç inmediklerini zanneder. Atları için eyeri, üzengiyi ve koşumu icat etmişlerdir. En sivri çelikten ve son derece keskin olan oklarını, yine eşi benzeri olmayan yaylarıyla diğer herkesten uzağa ustalıkla atarlar, böyle bir donanım ve silahla hiç yenilmez olarak aşağı yukarı iki bin yıl kadar, böyle bir ahvalde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Türkler yalnızca hayvan yetiştiricisi değil, aynı zamanda nefis bozkır sanatı eserleri ortaya koyacak kadar usta maden işleyicileridirler. Türkler, kadınlarına hem genel olarak toplumda, hem devlet yönetiminde haklar tanımış, hakanın yardımcısı hüviyetinde hakan hatunlarına önemli mevkiler verilmiştir.
Türkler, miladi 950’li yıllarda Karahanlılar Devleti zamanında İslamiyet’i kendi hür iradeleriyle kabul ederek Müslüman olmuşlardır. Türkler, Müslüman olmadan önce de “Tek Tanrı” inancına sahiptiler. Hatta “kainatta tek Tanrı, dünyada tek İmparator” fikri Türklerin anlayışında çok önemli bir yer tutar.
Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra, tarih sahnesindeki rolleri büyük bir gelişme göstermiş, adeta “demire suyun verilmesiyle çekikleşmesi” gibi, Türk, Müslüman olduktan sonra, zaferlerini kat be kat artırmıştır. Türk’ün tarih sahnesindeki en büyük zaferi ve en büyük eseri, üç kıtaya hükmeden ve 24 milyon kilometre kare toprağa sahip olan Osmanlı Devleti’dir. Bu devletin en büyük başarısı da İstanbul’un fethidir. Türk’ün ilerleyişi İstanbul’un fethiyle durmamış, hedefte “Viyana ve Roma” varken, bu hedefler kısmet olamamıştır.
Ancak, bu hedeflere varılamasa da, “Kızıl Elma Ülküsü” , bir Türk ve Müslüman olarak gönlümüzü ve zihnimizi süslemektedir. “Ben Müslüman ve Türk’üm” diyen her kişinin kâlbi bu Ülküyle çarpmalıdır. Bu Ülkü ezelden ebede, tarihten geleceğe bize yüklenen bir görevdir, vesselam.