Merhaba sevgili okurlar, sevgili dostlar.
Ramazan ayının ilk 10 gününü bitirdik. Şahsen bu güne kadar hiç zorlanmadan elimden geldiğince kendi İslam dünyamda huzur içerisinde bir Ramazan geçiriyorum. Dilerim siz hemşerilerim, dostlarımda aynı huzur içerisinde geçiriyorsunuzdur.
Büyüklerimizden duyardık eskiden Müslüman olmayanlar bile Ramazan ayında açıktan yemez içmezlermiş ki oruç tutanlara ayıp olmasın diye. Tabi eskide kalmış o günler! Hangi devirdeyiz!
Ben sabah işe gidip akşam evime dönüyorum. Küçük çocuklarıma oruç tutmanın ne denli önemli olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Sokağa çıktığımızda gördüğümüz manzaralar ise anlattıklarımı zora sokuyor. Etrafımızda kocaman kocaman adamlar, kadınlar bir şeyler yiyip içiyorlar. Bizler belki alacak gücü olmayanların nefsi çeker diye dışarıda bir şeyler yiyip içmezdik. Dedik ya devir değişti!
İşimiz çok zor, kimseye karışacak durumda da değiliz, Allah (cc) herkesin kalbine göre versin. Tek bildiğim şudur ki Oruç’un mükafatını Allah(cc) verecek. İnananlarda zaten o mükafata ulaşmak için ibadetlerini yerine getiriyor.
DOSTOZAN Ermiş İki Kardeş şiirinde bahsetmiş bazı durumlardan. Kıssadan hisse diyelim lafı uzatmayalım, “Ermiş İki Kardeş” şiirini sizlerin beğenisine sunuyorum.
ERMİŞ İKİ KARDEŞ
Bir zamanlar iki kardeş varmış.
İkisi de takva sahibi ve ermiş.
Biri dağda çobanlık yapar,
Öbürü de şehirde yaşarmış.
***
Dağdaki tabiatla haşir neşir,
Koyunlarla konuşur, kuşlarla söyleşirmiş.
Diğeri ise
Ayakkabı tamircisidir şehirde.
Küçük bir dükkanı var,
Hem çalışır hem de,
Dükkanın üs tarafına, ahşaptan bir bölme yapmış,
Ufak bir merdivenle çıkar orda yatarmış.
***
Bir gün çobanlık yapan,
Şehre inmek ister dağdan.
Eh, eli boş gitmek olmaz,
Bir şeyler götürmek gerek, çok veya az.
Fakat bir gurur düşer içine,
Bir kehanet yapmak ister kardeşine.
***
Mendilinin dört ucunu bağlar,
Ve içine güzelce süt sağar.
Sütün bir damlası bile damlamadan,
Dükkana kadar gelir çoban.
-Selamünaleyküm der,
Girer kapıdan.
***
Aleykümselam dedi kardeşi,
Fazla ilgi göstermeye uygun değildi işi,
Zira,
Bir hanım müşteri vardı huzurda.
-Çık, dedi yukarı sen,
Benim de işim biter, sen dinlenirken
Çoban çıktı yukarı oturdu,
Kadınsa arada bir ustayla konuşuyordu,
Pek güzel, pek latifti sesi.
Kim bilir belki de açıktı peçesi.
Çoban, bir hoş oldu sarsıldı birden.
Usulca kaydı oturduğu sedirden.
Tutamadı kendini,
Bir budak deliğine yaklaştırdı gözlerini,
Çoban nefsini yenip kendini çekemedi,
Gerçekten kadın çok güzeldi.
***
Ancak işte o zaman,
Oldu, olacak olan.
Mendilde süt durmuyordu,
Tahtalar arasından,
Tamirci kardeşin başına damlıyordu.
***
Tamir işi bitti,
Kadın gitti.
Usta,
Seslendi aşağıdan çobana.
-Ne oldu kardeşim sana?
Dağ başında erişmek ne kolay,
Benim başıma gelmedi hiç böyle bir olay.
Bu şehir içinde, bu hengamede,
Ne nefis zapt olur, ne de irade.
Marifet şehirde nefsi yenmektir,
Sen sanırsın şehre, mendili sütle doldurup,
Dökmeden girmek marifettir.
***
Gördün mü, mendilin dibi delindi,
Senin ermişliğin nefse yenildi.
Sanma ki kendimi övmek isterim,
Bellidir burada, benim mevkiim ve yerim.
Yıllardır çok kadın gelir dükkanıma,
Ben dönüp bakmazdım onlardan yana,
Sen tek bir ses ile kendinden geçtin,
Bir de benimle boy ölçüşecektin,
Haydi sen yine dağ başına çık,
Ancak koyun keçiyle yaparsın arkadaşlık.
DOSTOZAN/M.HANEFİ SARIYILDIZ
Bir dahaki yazıda buluşmak ümidiyle dostça kalın.05.06.2017